Diyanet ve yandaşlar kazandı; bilim rafta kaldı

Salgının seyri her geçen gün kötüleşiyor. Neredeyse bir yıl olacak. Koronavirüs, ilk Çin’de ortaya çıktığında, insanlar oldukları yerde yere yığılıyor, her geçen gün yüzlerce, binlerce insan hayatını kaybediyordu. Çin dâhil, hiçbir ülke ne olduğunun farkına varamadı, önlem alamadı. Bırakın önlemi, salgını araştırma gayretine girmediler. Herkes kendi siyasi politikasına, siyasi rantların telaşına düşmüşlerdi. Çünkü onlar salgına yakalansalar dahi, bir yurttaştan çok şanslı durumdaydılar.

Dünya Sağlık Örgütü, “Bu salgın, insandan insana bulaşmıyor,” demişti. Salgın seyrini katladı; çünkü insanlar arasındaki temas aynen devam etmişti. Şimdi ki gibi izolasyon, maske, mesafe kuralları yoktu. Hijyen dahi rafa kaldırılmıştı.

Ülkeler arası ulaşım da sürünce, Türkiye’ye gelmemesi imkânsızdı. Doğu’ya Irak, İran bölgesinden yerleşti. İlk vakalar görüldü, ilk ölüm ise ilk vakalardan birkaç gün sonra gerçekleşti.

O günden bu güne, ne değişti?

Aslında hiçbir şey değişmedi. Bizler pandemi sebebiyle ücretsiz izne çıkarıldık, sonra işsiz kaldık. Ücretsiz ödenekler ile kandırıldık. İşsizlik bildiğiniz gibi ikiye katlandı. Türkiye’de işsizlik oranı, çalışanların oranından fazla hale geldi. Bu oran Cumhuriyet tarihinde bir ilk olmalı. Dolar ve euro 8 lirayı geçti. Yıllar önce dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e doların yükselmesi için yazar kasa fırlatan adam; “Dolar 600 liradan 1.100 liraya yükselmişti ve şartlar beni o noktaya getirdi” demişti.

Bugün herkes haline şükür ediyor.

Bu salgın Türkiye’yi değil sadece; dünyayı en çarpıcı, kötü, savaş halini dahi aratmayacak kadar yıkıma uğrattı.

Bugün  Türkiye’nin diyanet işleri başkanlığının bütçesi 7 bakanlığı solladı. 13 milyar liralık bütçe, diyanete ayrıldığında ne düşündüler acaba?

Avrupa ve Türkiye; bilimden uzak, bir taraf din, bir taraf askeri güç peşine düşerken; asıl darbe bilim eksikliğinden geldi. Kimse bilimin özgürlüğüne, gücüne, güçlülüğüne inanmadı. Sadece az bir düzende yatırım yapılan ülkeler oldu. Türkiye, salgından önce zaten kötü bir ülkeydi; salgınla beraber çöktü. Yürümekte zorlanan birinin; açlıktan, susuzluktan, vitamin eksikliğinden yere düşüp bayılması gibidir bu da.

Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumuna 3,5 milyar lira bütçeye sahip. (2019)

Sözcü

Diyaneti gördünüz, 13 milyar liraya gelmişken; Türkiye’de diyanete verilen önem, bilimden neredeyse 5 katı.

O parayla cennetten tapu mu alacaklar yoksa özel melek mi tahsis edecekler?

Bu yıkım da zaten böylesi bir durumlar için, savaşlar için beklenecek bir şey olmalıydı. Yani ülkeler, savaşa hazırlıklı olmalıyız gibi hareket ederken, salgını unuttular.

Silah gücüyle ve siyasi rantla büyümeyi göze alanlar; bilimi unuttular. Türkiye de bunlardan biriydi. Ne bilimle ne savunma sanayisi ile ne de eğitim alanında büyümeye çalıştı. Aksine rant çerçevesini büyütüp, tarikatlara, diyanete aktardıkları milyonlarla büyümeyi seçti.Yeri geldi savunma sanayisi için tank, silah, insansız hava aracı aldılar; ama gidip tank palet fabrikasının yüzde 50 bir eksiğini(%49) Katarlılara sattılar. Konunun gündemi, tartışması CHP Milletvekillerinden Ali Mahir Başarır’ın, “Ordu’yu satmaktır bu,” diyerek nitelendirmesi ve üstelik bu cümlesini düzeltmesi halinde yine iktidarın hedefinden kurtulamadı.

Asıl kastettiği, Ordu’nun değerli bir malını satarken; Ordu’yu da satmaktır diye nitelemesidir. Çünkü iktidarın istediği bu. ‘Muhalefet bir hata yapsın, bir adım atsın da; halkı galeyana getirip, onu halkın önüne atalım,’ der gibi bir siyasi anlayış yürüyor.

İktidar, bu oyunu öyle bir oynadı ki; Savunma bakanı, İletişim daire başkanı memuru Fahrettun Altun dahi bu topa girdi, tehdit etti Ali Mahir Başarır’ı. Memurluk yasasını çiğneyerek üstelik. Kimse hesap sorabildi mi?

Üstelik twit attı, eleştirdi, gazete aldı diye ihraç edilen milyonlarca memur varken; memur Fahrettin Altun, tehditler savurabiliyor. Türkiye, işte bunlara güzel.

Sanki Türkiye’nin sadece tank palet fabrikası satılmış gibi. Oysaki, Telekom, Çaykur, limanlarımız, termik santrallerimiz, Tedaş(elektirk dağıtım şirketi), Devlet demiryolları Mersin limanı, Türkiye halk bankası, Türk Hava Yolları, PTT, Eti maden, Türksat, TEKEL’in sigara bölümü, SEKA, Tofaş… gibi yüzlercesi var böyle satılan firmalar. Bunları satanlar, aslında vatanı satmış sayılırlar. Kıvırmaya gerek yok şimdi.

Burası çok önemli.

Balkon alkışı

Salgın başlarından taa ki son aylara kadar; her gece saat 9’da sağlık çalışanlarımızı alkışladık. Ve bunu bir zevkle, büyük bir gururla yaptık. Çünkü onların sayesinde her şey daha da sağlıklı, kontrollü ilerliyordu.

Ve maalesef yüzlerce sağlık çalışanlarımızı da kaybettik. Beyaz önlüklerinin, bu süreçte birer kefen olacağını tahmin edemedik. Sağlık çalışanları bu süreçte talimatlarla vakaların gizlenmesini, farklı alanlarda covid-19’dan ölenlerin yazılmamasına dair mailler alındığı da bir diğer haber konusuydu.

Bugün Koronavirüs’ün meslek hastalığı haline getirilmesi için sürekli bir çağrıda bulunuyorlar; ama iktidardan ses yok. Bu olayı da şova dönüştürmekten geri durmadı iktidar kanadı; ama sağlıkçıların tek talebini yerine getirmiyorlar. Sağlık çalışanlarından bazıları, malzemelerinin eksik olduğunu, imkânlarının yetersiz olduğunu belirtse de, uyarılarla karşılaştılar. Tipik iktidar tehdidi. Sessiz ol!

Vakaların gizlenmesi için her yol denenmişti. Ve o talimat eksiksiz yerine getirildi. Taa ki Türk Tabipleri Birliği, sürekli olarak vakaların gizlendiğini dillendirene kadar.

O gün de haberini yazmıştım. O raporun haberini. Bazı kişiler inanmıyor, Sağlık Bakanlığını hoş ve doğru buluyordu.

Bugün ise yanıldıkları için sessizler.

Onlara da ayrıca yazık oldu!

Bugün Türkiye, vakalarda Avrupa üzerinde ikinci sırayı oynuyor.

Zirveye çoktan gelmiş olabilir.

Dünya Sağlık Örgütü, aşının en riskli ve vakalarının en yüksek olduğu ülkelerden dağıtmaya başlayacaklarını duyurduklarında, öncesinde TTB ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun da gerçek İstanbul vakalarını açıkladığında; Hükümetin oyunu suya düşmeye başlamıştı.

Artık verilerin yarısı da olsa gerçeği yansıtmak için bir şey düşündüler. Hâlâ gerçekler ön planda değil; lâkin asıl komik olan şey, İstanbul’da 200 kişiden gazlası hayatını kaybederken, Sağlık Bakanlığı bu ölüm oranını Türkiye genelinde 170 oranlarında açıklıyor. İstanbul’da 200 kişi ölürken, diğer illerde ikişer kişi mi ölüyor? Bu inandırıcı mı?

Türkiye’yle, bir çocuğun oyun hamuruyla oynadığı gibi oynuyorlar.

Tıpkı eğitimde olduğu gibi. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, EBA’nın(uzaktan çevrimiçi eğitim sistemi) bir anda sisteminin çökmesine maruz kalması üzerine, “Bu bizim için olumlu bir haber çünkü inanılmaz bir talep var. Taleple birlikte yoğunluk oldu, üzerinde çalışılıyor.” Bunu söylerken de gülüyordu.

Oysaki o esnada çevrimiçi derslere giremeyen öğrenciler ve veliler; derslere giremediği için üzülüyordu.

Ne sağlıkta ne de eğitimde ne de ekonomide ve diğer alanlarda; hiçbir sınavı başarıyla veremedik.

Buna rağmen AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, hâlâ muhalefete çatıyor, hâlâ eleştirenleri tutukluyor, tehdit ediyor. Aşı da yakında Türkiye’ye gelecek. Ücretsiz vereceğiz herkese diyorlar. Maske de öyleydi. Önce ücretsiz olacak dendi. Sonra PTT ile dağıtılacak dendi. Başaramadılar. Sonra da ücretli hale geldi ve şu an o dağıtamadıkları maskeler her yerde 1 liradan satılıyor. Ama diğer ülkelere her şeyi gönderiyoruz. Kendi ülkemize yetemezken; hâlâ bazı ülkelere yardım malzemelerini gönderebiliyoruz. Yerimiz cennetlik!

Aşı gelirse ücretsiz dağıtamayıp, eczanelerden veya aile hekiminden herkes yaptırabilir diyecekler.

Yoğunluk olacaktır elbette. Herkes bu illetten kurtulmak istiyor. Bunu da yönetmeyi beceremezlerse, ücretli olacak diye endişelenmiyor değilim.

Çünkü evine ekmek götürmekte zorlandığını söyleyen bir minibüs şoförüne AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan,Bunu biraz abartı buldum,” diyebiliyordu. Aşıyı nasıl temin eder ki yurttaşlar?

Bunu biraz abartı buldum,” deyip, aşıyı paralı yaparlarsa şaşırmayın.

Asıl endişem, umarım aşıyı pazarda satışa çıkarmazlar. Buna şaşırmam; lâkin çok endişe duyarım.

Yorum bırakın